------------------------------- Sitemizde lütfen yorum atarken ahlaki kuralları göz önünde bulundurarak yorum atalım... ----------------------------------- Sitemize kayıt olmanıza gerek yoktur... ---------------------------------- Yeni yazarlar aranmaktadır... ------------------------------- Sitemiz artık Googlede... ---------------------------- turkleroyun@hotmail.com' dan bana ulaşın..

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Vedat Türkali - Bir Gün Tek Başına

Türk romanında, önemli tarihsel ve toplumsal gelişmeleri konu edinen metinler pek başarılı olmamıştır. Nedenleri üzerinde bir çok şey söylenilebilir, ama, Şeyh Sait ayaklanması, Ağrı ve Dersim’de patlak veren Kürt isyanları, Varlık vergisi, 6-7 Eylül yağmalamaları, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’ü konu edinen ve kalkıştığı işin de üstesinden gelen kaç yazar sayabiliriz? Vedat Türkali, “Bir Gün Tek Başına” romanıyla, bu alanda ilk akla gelen isimlerden bir tanesi. Asıl adı, Abdülkadir Pirhasan’dı. İÜ Edebiyat Fakültesini bitirip Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaparken, 1958 yılında, Türk Ceza yasasının ünlü 141. Maddesinden yargılandı ve 9 yıl hapse mahkum oldu. Bu tarihten başlayarak, onu sinema alanındaki çalışmaları ile tanıdık. Senaryo yazarlığı ve film yönetmenliği yapan Türkali’nin “Karanlıkta Uyananlar”, “Bedrana” ve “Kara Çarşaflı Gelin” senaryolarına dayalı filmler, gösterildiği dönemlerde büyük beğeni toplamıştı.

İlk romanı olan “Bir Gün Tek Başına”, Milliyet yayınları 1974 roman ödülünü kazandıktan sonra yayınlandı ve 1975 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı da kazandı. Aslında ödüllerin pek de önemi yok. Önemli olan, Türk siyasi tarihinin dönüm noktalarından birini, 27 Mayıs’ı yaratan koşulları edebi dilde ifade etmekte gerçekten başarılı olmasıdır. Konu olarak yaşanmış bir tarihsel dönemi seçen edebi metinleri incelerken, zorunlu olarak anlatının gerçeklikle olan ilişkisini sorgulamak durumundayız. Ancak 650 sayfalık kitabı, bu kısa tanıtımda yeterince değerlendirmek pek mümkün görünmüyor, bu nedenle çok temel öğelerini işaret etmekle yetineceğim.
“Bir Gün Tek Başına”, 27 Mayıs’ın sivillere ilişkin öyküsünü anlatıyor; bir yandan devrimci öğrenciler, bir yandan küçük burjuva kesimden insan tipleri çıkıyor karşımıza. O dönemde yazar ve eleştirmenler arasında, küçük burjuva olan Kenan’ın olumlu bir tip mi, yoksa bu toplumun başbelası mı olduğuna ilişkin tartışmayı belki hatırlıyanlar çıkar. Yazar, bu tiplemeyi olumsuz olarak yaptığını söylemişti. Ortaya çıkan çelişkinin, konuyla ilgilenen eleştirmenlerin Kenan’a olan sınıfsal yakınlığından mı, yoksa Vedat Türkali’nin kullandığı bilinç akışı tekniğinin güç anlaşılırlığından mı olduğu da yine ayrı bir belirsizlik. Elbette, solcu okuyucuların sempati duyacağı üniversite öğrencisi Günseli ile yaşadığı aşk, Kenan’ı da bir miktar sempatik yapıyor, ama yazarın, onun özelinde, toplumsal olaylar karşısında edilgin, ürkek, sinik küçük burjuva aydına yönelttiği eleştiri çok açık. Atilla İlhan, aynı tarihsel döneme bakarken, -sanki olayların gelişiminde söz sahibiymişler gibi- sosyalistlere büyük eleştiriler getirmişti. Oysa 27 Mayıs, sol hareketlerin örgütsüz olduğu, olayların gelişiminde etkileri olmadıkları, yönetici sınıfın kendi iç çelişkilerinden doğan bir toplumsal devinimdi. Vedat Türkali bu gerçeklikleri yakalayıp yansıtmanın çok iyi üstesinden gelmiş.
Bu nesnel gerçeklik ilişkisinden, estetik olana geçersek, yine güzel bir metin çıkar karşımıza. Anlatılanların sahiciliğinden kuşku duymaz okuyucu. Yazar, tiplerini neredeyse serbest bırakmıştır roman içinde, koşullarla birlikte değişirler, kimi olumlu kimi de olumsuz olarak... Aşk da sahicisindendir. Karısı ve genç üniversiteli kız arasında kalan Kenan’ın iç sıkıntılarının iç monologlar ve bilinç akışı ile aktarıldığı bölümlerde, bir insanın yaşadığı ikileme empati yapmakta hiç de zorlanmazsınız. 27 Mayıs’tan bir gün önce, küçük burjuva Kenan’ın mezarı başındaki son, simgesel bir anlam kazanır. Sinema dilini çok iyi bilen yazarın, görsel olandan dilsele, oradan yeniden görsele ulaşılmasını sağlayan zengin anlatımıyla, bu uzun roman sürükleyici bir öykü barındırıyor.
Son bir ekleme yapmak istiyorum; Türkali’nin 1983 yılında yayınlanan ikinci romanı “Mavi Karanlık”, yine siyasi tarihi, hem de 12 Eylül’ü ele alışı nedeni ile, özellikle sol kesimden okuyucu tarafından –abartmıyorum- coşkuyla karşılandı. Ancak, bütün okuduğum romanlar arasındaki en büyük hayal kırıklığını bu kitap yaşattı bana. Öyle ki, 1986’da yayınlanan “Yeşilçam Dedikleri”ni elime almaya cesaret bile edemedim. Ama, okumadıysanız eğer, “Bir Gün Tek Başına”yı mutlaka okuyun diyorum.

Hiç yorum yok: