------------------------------- Sitemizde lütfen yorum atarken ahlaki kuralları göz önünde bulundurarak yorum atalım... ----------------------------------- Sitemize kayıt olmanıza gerek yoktur... ---------------------------------- Yeni yazarlar aranmaktadır... ------------------------------- Sitemiz artık Googlede... ---------------------------- turkleroyun@hotmail.com' dan bana ulaşın..

21 Temmuz 2011 Perşembe

Shannaranın Elftaşları-Terry Brooks

Efsane, efsane değildi. Efsane yaşamdı." Böyle buyurdu Terry Brooks. Bize de kabul etmekten başka yol kalmadı. Yine de Elf halkını güvende tutacak olan Ellcrys ağacından ve onun etrafında dönen efsanevî kavgadan bahsetmeden edemeyeceğim.
Elf halkının bir bakıma kutsal konseyi olan Seçilmişler'in İblis'in yandaşlarınca öldürülmesiyle başlıyor Elftaşları'nın öyküsü. Daha gencecik olan altı Seçilmiş'i Kıyıcı ve Dönüşücü adındaki (sanki toprağın altına sürgün edilen asi tanrı Hades'in) kötülük ustalarınca öldürülmesi çok eski efsanelere yolculuğu başlatır. Elf kralı Eventine Elessedil, sekseninde bir yaşlı bilge, Ander Elessedil bürokrasi uzmanı bir prens, Arlon Elessedilse hırsının doruğundaki
veliahttır. Ve genç yaşında ölen Aine'nin (kardeşlerden) kızı, Seçilmiş Amberle, efsanenin merkezindeki elflerdir. Sürpriz ise her zaman olduğu gibi Druidler'den, Allanon'dan gelir. Dört Kara'nın tehlikede olduğunu anlayan Allanon tüm büyüleriyle elli yıl sonra yeniden dönmüştür Alborlon şehrine. Çünkü kötü ruhlar artık özgür kalmışlar, Ellcrys ağacının ölümüyle yeryüzüne çıkmışlar ve moda tabiriyle terörü başlatmışlardır.
"Ve İblis nefret ediyordu. Deliliğin sınırında bir şiddetle nefret ediyordu. Nefreti onun için her şeydi." Böyle anlatıyor
Brooks, tüm fantastik kurgulardaki en mistik anlatımı kullanarak.
Fantastik kurgularda bu üslup beni öldürüyor.
Mübarek sanki bir Hz. Ali Cengi, bir Kesikbaş, bir yiğitlik destanı okuyormuşum hissine kapılıyorum savaş, iyilik-kötülük merkezli fantazyalarda. Sanırım fantazya da zaten bunun için var; yani çocukluğumuzun kış gecelerini süsleyen o sıcak, uzak, dost, coşkulu ve büyülü efsanelerine yolculuk...
Tolkien'in anlatımıyla Beş Ordular Savaşı kirli ve hain Amerikan savaşlarına hiç benzemiyordu. Brooks'un Allanon'u ise ne Red Kit'e ne John Wayne'e ne de 'Kurtlarla Dans'ın Kevin Costner'ına benziyor. Allanon olabildiğince bilge ve iyi. Kahramanlığın kahreden doruklarında olsa da o bir kahraman gibi değil de normal bir insan gibi çıkıyor karşımıza. Büyücü, kral olmasına rağmen bir korumadan fazla hak talep etmiyor.
Yeniden Doğuş, Kanateşi Pınarı, Güvenli Kale, Kırılmahattı, Yaşam Bahçeleri, Yasaklama, Seçilmişler gibi isimler Brooks'un
fazla iddia sahibi olmadan sunduğu dünyanın figür, figüran ve kavramları. Tolkien'de bu isimler metamorfozsuz ve alaycı bir elbise giyerken Brooks'ta yalın olması sanırım yazımızın başındaki sözle ilgili: "Efsane yaşamdı." Evet, yaşamın efsane olduğunu bilen bir yazar elbette argümanlarını bu sıradan, fakat haşmetli dünyadan alacaktı. Bu yüzdendir ki dilinde benzetmenin ve analojinin en keskin oduğu fantazya yazarı, Terry Brooks'tur.
"Paranor'un tarihi, tek insan ırkının yeni İnsan, Cüce, Gnom ve Trol ırklarına dönüşmesinden, Elflerin yeniden ortaya çıkışından sonra başlamıştı. İlk Druid Konseyi, yeni dünyayı anarşiden kurtarmak için umutsuz bir çabayla bir araya geldiğinde
başlamıştı (...) Burada eski dünyanın bilimleri keşfedilmiş, parçalar biraraya getirilmiş, küçük bir kısmının sırrı çözülmüştü. Yüzlerce yıl, kaybedilenleri tekrar kurmaya çalışan yeni dünyanın bilge adamları Druidler, burada yaşamıştı." Konsey'in kalesinden bahsedilse de anlatılan binlerce yıl sonrasının dünyasıdır. Dönüşümün ve kıyımın herhangi bir noktasında ilkellik elbette çökecektir insanoğlunun boynuna. Eskiler der ki: bilmek ukalalaştırır. Bilgisiyle ukalalaşan ulusların daha fakir ve güçsüz uluslara karşı ilkelliklerini gördük ve görmekteyiz. Bu sebeple, korkutucu olan, fantezilerimizde bile o ilkelliğin izlerini göreceğiz. Teknolojiyi, kültürü, iki ayağımızın üzerine dikilip de güneşin batışını, sevgiliyi, ağaçları, medeniyeti, savaşları seyredişimiz bir gün çok geride kalacak belki de. Huxley'in tasarladığı, Herbert'in kurguladığı, Le Guin'in düşündüğü, Lem'in tasavvur ettiği, Bradbury'nin korktuğu gelecek belki de olmayacak! Çünkü Brooks efsanelerin gerçek olduğuna inanıyor; kimileri gerçeğin ne olduğunu bilmeden efsaneleri sorgularken...
Uzun ve güzel bir serüven
'Shannara'nın Elftaşları', hacmi itibarıyla da insanı güzel bir serüvene seyahat ettirecek kadar uzun. Ama anlatımın ve çevirinin akıcılığı okuyucuyu kriz, savaş ve paranoya dünyasından uzaklaştırıyor. Hatta krize ve savaşa çare olabilecek reçeteleri
'Shannara'nın Elftaşları'ndan çıkarmak mümkün.
Amerika'nın Afganistan'a saldırısı aslında Hades'in kardeşi gibi duran İblis'in ve yanındaki Kıyıcı'yla Dönüşücü'nün Dört Kara'ya saldırısından pek farklı değil. Çünkü her savaş mağlubiyetle biter ve taraflardan hiçbiri kazanamaz; silah tüccarları hariç. Kazanmak, başarmak ya da paranoyakça hastalıkları uğruna savaşanlar; iyi bile olsalar kötüdürler. Yaşam hakkı için direnenlerse daima mitolojik, destansı ve efsanevi bir yürekle sarılırlar hayata. Brooks'un kahramanları mistik bir yürüyüşle daima iyiliği tepeye, hedefe ulaştırırlar. Allanon, Batılı bir şövalyeden çok; Mısır bedevilerinden Tuarek liderlerine benzer.
Brooks'un kitaplarında beni en çok büyüleyen kahramanların, ruhu çekilmiş bir dünyaya hayat bağışlayacak kadar inançlı ve direnişçi olmalarıdır. Birinci cilt,
'Shannara'nın Kılıcı'ndaki Shea'nın o küçük yüreğiyle nelere karşı koyduğunu biliyoruz. Elftaşları'ndaysa Ander gibi kenara itilen bir prensin ve gönlü kırılan Amberle'nin Allanon'la birlikte neler yaptığını görüyoruz. Metaforun nerelere varacağını söylemiştik; hayat zaten bir metafor değil midir?
'Shannara'nın Elftaşları' daha çok Latin-Yunan Mitolojisinin o felsefeden ve Milli Eğitim ders kitaplarındaki boğucu anlatımından kurtarılmış nefis bir öyküsü. Hades'in, Mars'ın, Apollo'nun, Hera'nın zaman zaman yüzlerini görürüz satır aralarında. Belki de Jean Pierre Vernant'ın
'Evren, İnsanlar, Tanrılar' adlı eserinde Brooks'un başarısını görebiliriz. Ama aralarındaki fark birinin ihtiyar ve neşeli bir dille; ötekininse dövüşken ve kanlı canlı anlatması efsaneyi. Hatta Brooks Homeros'un postmodern talebelerinden en zekisidir dersek abartmış olmayız sanırım.
Yazıyı buraya kadar okuyup da bir dağınıklık sezinlemişseniz şaşırmayın. Amerika, bilimkurgu yazarları, mitoloji, efsane, ilkellik, İblis, Elfler... Aslında hepsi bizi kıymetli olanın hiç de kolay korunamayacağını anlatan ögelere götürür. Yani biraz da elfler gibi gerçeğin efsane, efsaneninse gerçek olduğuna inanmadığımız bir zamanda hayatımızla sınanırız. Ve en kötüsü alay ettiğimiz, önemsemediğimiz, beklemediğimiz taraftan tehlikeye açık oluruz. Ve Tonybee'nin de buyurduğu gibi ihtişam zamanlarını yaşadığımızda bilmeliyiz ki sefalet bir masal değildir.
Bir fantastik kurguda olabilecek mükemmelliyet 'Shannara'nın Elftaşları'nda var ve Brooks bu eseriyle bir taklitçi olmadığını, bu türün ustalarından olduğunu ispat ediyor. 68'de Avrupa gençliği Gandalf'i cumhurbaşkanı adayı olarak gösteriyordu, bense daha zor bir görev için başbakanlık ve hükümet için oyumu Allanon ve Druid Konseyi'ne veriyorum.


Bu yazılar sizin romanlarda seçinleriniz içindir...

Hiç yorum yok: