------------------------------- Sitemizde lütfen yorum atarken ahlaki kuralları göz önünde bulundurarak yorum atalım... ----------------------------------- Sitemize kayıt olmanıza gerek yoktur... ---------------------------------- Yeni yazarlar aranmaktadır... ------------------------------- Sitemiz artık Googlede... ---------------------------- turkleroyun@hotmail.com' dan bana ulaşın..

19 Temmuz 2011 Salı

Üç Silahşörler-Alexandre Dumas-Pere

Dumas yetenekli bir yazardır. Uzun diyalogları, eşya, doğa ve mekân tasvirlerini bir avantaja çevirmesini bilir. Okuyucuda yarattığı sabırsızlığın farkındadır. Böylelikle ani sıçramalar, bir anda parlayan kılıç şakırtıları, merak unsuru yaratan süprizler katar hikâyesine. Bir sonraki bölüm için 'ne olacak acaba' sorusunu sordurmayı başarır okuyucusuna. Beklentiler, durağanlıklar ve etkileyici şoklarla ilerleyen 'Üç Silahşörler'i hiç sıkılmadan okuyabilirsiniz
A. ÖMER TÜRKEŞ
Roman sanatının altın çağı 19. yüzyıldır. Alexandre Dumas-Pere (1802-1870) de bu yüzyılın yazarları arasındaydı. Ancak o Balzac, Stendhal gibi romanı sanat olarak algılayan, toplumsal meselelere eğilen meslektaşlarından farklı bir tutumu benimseyerek -bugün kullandığımız deyimle- popüler kültürün içinde kalmayı tercih etmişti. Edebiyat alanında önce oyunlar yazarak tanınmış, çoğunluğu tarihsel macera türünde üç yüze yakın romanıyla ünlenmiş ve sevilmişti. Kuşkusuz iyi de kazanmıştı.
Alexandre Dumas-Pere, Villers-Cotterets’de doğdu. Kendisi ile aynı adı taşıyan oğlu da tanınmış bir yazar olduğundan (Kamelyalı Kadın’ın yazarıdır), edebiyat çavrelerinde isminin başına baba sözcüğü getirilerek anılır. Babası, ünlü bir generaldi. Önce noter katipliği yaptı. Genç yaşta Paris’e taşınırken niyeti avukat olmaktı. Birçok işte çalıştıktan sonra şansını tiyatroda denemeye karar verdi. İlk oyununu 1829 yılında yazdı. Oyunları da tarihi türdendi. Seyircilerden gelen talep üzerine yazmayı sürdürdü. Mesleğini seçmişti artık. Oyun yazarlığındaki başarısını romana tahvil etmekte gecikmedi. Romancılığını yönlendiren de okuyucu talepleridir. Dumas, kariyerini -genellikle 16. ve 17. yüzyılda geçen- heyecanlı tarihi maceralarla ilerletti. 1844’de yazdığı Üç Silahşörler’den başka, Monte Kristo Kontu (1845), Demir Maske (1848) ve Siyah Lale (1850) hem yazıldığı dönemde hem sonrasında çok satmış romanlarıdır. Meslektaşı ve arkadaşı Balzac gibi Dumas da pahalı zevklere, yiyip içmeye, Paris eğlencelerine düşkün bir yazardı. Çok kazandı ama borçlarından yakasını kurtaramadı bir türlü. Çoğu önce gazete ve dergilerde tefrika edilen üç yüz roman üretmesinin nedeni nakite sıkışıklığıdır. Bütçesini denkleştirebilmek için gazetecilik ve gezi yazarlığını da denemiş, birçok ülke gezmiş, hayatın tadını çıkartmak için bulduğu her fırsatı değerlendirmişti. 1870’te, Dieppe yakınlarında öldü.
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için
Üç Silahşörler’i bilmeyen, çocukluk döneminde kısaltılmış versiyonunu okumayan, çizgi filmlerinden, TV dizilerinden ya da sinema uyarlamalarından birini izlemeyen kalmamıştır herhalde.
Ama yaklaşık 900 sayfalık eksiksiz
çevirisini okuyan kaç kişidir? Geçen günlerde yeniden yayımlanan Üç Silahşörler, Türkçedeki ilk eksiksiz çevirinin -Milli Eğitim Bakanlığı’nın ünlü ‘Beyaz’ dizisinin- tıpkı basımı.
Üç Silahşörler, krala -aslında daha çok kraliçeye- bağlı şövalyeler Athos, Pathos, Aramis ve -sonradan şövalyeliğe terfi edecek olan- kurnaz köylü çocuğu Dartanyan’ın, saray entrikalarına bileklerinin gücüyle cevap vermelerinin ve majestelerinin hizmetini yerine getirmelerinin hikâyesidir: Taşralı genç bitirim Dartanyan’ın yaşlı ve komik görünümlü atı, belinde uzun kılıcı, elinde babasının Mr. Treville’e ulaştırması için verdiği tavsiye mektubuyla Paris’e gelir. Biraz gençliğin verdiği küstahlık, biraz da taşralığın yol yordam bilmezliğiyle başı çarçabuk derde girer. Kabalığıyla kızdırdığı Athos, Protos ve Aremis’le düello etmek için aynı saate randevu verir. Düello başlayacağı sırada Athos, Protos ve Aremis, yani ‘üç silahşörler’ -kötü- Kardinal Richelieu’nun adamlarının saldırısına uğrayınca Dartanyan, silahşörlerin yanında saf tutacak, onların dostluğunu kazanacak ve hep birlikte o meşhur lafı telaffuz edeceklerdir; “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için”...
Kardinal, kendi çıkarlarını korumak, siyasi gücünü artırmak için, etrafındaki bir dolu soylu ile birlikte türlü entrika çevirmektedir. Sözü daha fazla uzatmayalım. Entrikalar entrikaları, düellolar düelloları, çatışmalar çatışmaları kovalar. Sonunda iyiler safındaki şövalyeler kazanırlar. Artık D’artanyan da bir şövalyedir. Ve onların maceraları Dumas’ın sonraki romanlarında da sürüp gidecektir.
Fransız İhtilali ile Paris Komünü günleri arasında tamamlanan Üç Silahşörler’in Marx’ın Felesefe Elyazıları ile aynı tarihi taşıması çarpıcıdır. Avrupa yepyeni bir çağa, belki de bir daha asla rastlanmayacak bir altüst oluş içerisine adım atarken, Dumas, hiç bir tarihsel gerçeğe dayanmayan, insan psikolojisinin derinliklerine inmeyen, hatta akla ve mantığa sığmayan bir hikâye anlatmayı seçerek, kaçış edebiyatının başlatıcılarından biri oluyordu.
Kitapçı raflarından bir roman çekip aldığımızda, bu romanın tamamlanmış bir bütünselliği olduğunu, sayfalardan bir kelime bile eksilse romanın sanatsal güzelliğinin bozulacağını düşünürüz. Sanat yapıtının ‘aura’sını yaratan bu içine kapalı bütünsellik ön kabülüdür. Oysa, ne geçmişte ne günümüzde pazara sunulmuş bir meta olarak sanat/edebiyat ürününün olmazsa olmaz kelimeleri, çıkartılırsa eseri mahvedecek cümleleri vardır. Pek çok romanın son haline gelmesinde piyasa kuralları işlemiştir. Mesela, ‘yüksek edebiyatın’ en saygın isimlerinden Dostovyevski’nin ya da Balzac’ın birçok romanı, yazarların maddi sıkıntıları nedeniyle, sipariş üzerine ve sayfa sayısı pazarlığıyla yazılmıştır. Türkçe yazılan romanların tarihinde de böyle bir çok örnek mevcut. Alexandre Dumas da sayfalarca tutan romanlarını hayat hikâyesinde belirttiğim nakit akışı darlığı nedeniyle üretmiş, metindeki uzun diyaloglar, yazarın tefrika ediliş süresini uzatma ihtiyacından kaynaklanmıştır.
Ancak küçümsendiğinin aksine, Dumas yetenekli bir yazardır. Uzun diyalogları, eşya, doğa ve mekân tasvirlerini bir avantaja çevirmesini bilir. Okuyucuda yarattığı sabırsızlığın farkındadır. Böylelikle ani sıçramalar, bir anda parlayan kılıç şakırtıları, merak unsuru yaratan süprizler katar hikâyesine. Bir sonraki bölüm için ‘ne olacak acaba’ sorusunu sordurmayı başarır okuyucusuna. Beklentiler, durağanlıklar ve etkileyici şoklarla ilerleyen Üç Silahşörler’i hiç sıkılmadan okuyabilirsiniz.
Girişimci bir yazar
Üç Silahşörler, 20. yüzyıldaki şöhretini biraz da sinemaya borçludur. Romanın konusundan esinlenerek üretilmiş yüzlerce film çekilmiş. Bunlardan bir kısmı Holywood’un ‘süper prodüksüyonları’ndandı. Bu sayede dünyanın pek çok ülkesinden çok geniş bir izleyici topluluğuna ulaştı. Elbette Yeşilçam da ilgilenmişti Üç Silahşörler’le. Bildiğim kadarıyla ilki 1967 yılında yönetmenliğini Tunç Başaran’ın yaptığı ‘Kara Davut’tur. Senaryosu Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun ‘Kara Davut’ ve Dumas’nın Üç Silahşörler’inin melezlenmesi şeklinde kaleme alınmış, başrolleri Kartal Tibet, Sezer Güvenirgil, Semiramis Pekkan ve Tanju Gürsu paylaşmıştı. Romanın aslına daha sadık kalan uyarlama 1972 yılında çekilen ‘Üç Silahşör’ oldu. Herhalde film izleyici bulmuş olmalı ki aynı yıl aynı kadroyla bir de devam filmi üretmişti; ‘Üç Silahşörlerin İntikamı’nın yönetmeni Çetin İnanç, başrol oyuncuları Hakan Balamir ve Arzu Okay’dı.
Çağdaşı Balzac, toplumsal öğelerin karakteristik gelişiminde bulunan iç zenginlikler yerine büyük tarihsel olayların dış pırıltısını ve tarihin gerçek kişilerini konu olarak seçen bir yazarın mesleğini bilmediğini, bir romanda zenginler kadar yoksulların da yeri olması gerektiğini söyler. Evet, Alexandre Dumas’nın tarihin yalnızca dış kabuğunu, insanları çeken pırıltısını, cesur şövalyelerin bağlılık yemini ettikleri kraliçeleri adına kılıç parlatışlarını, saraydaki yaşamı yansıttığını, ayrıca üslubunun basit olduğu doğrudur. Ama elimizi vicdanımıza koyarsak, onun hakkını da teslim etmek gerekir; bütün edebiyat tarihinde kaç yazara Dumas kadar heyecanlı hikâyeler anlatmak nasip olmuş, kaç yazar okunabilirliğini bugüne dek sürdürebilmiştir? Nitekim doğumunun 200.yüzyılının kutlanmasıyla başlayan tartışmalar sonuçlandı ve Dumas iade-i itibar gördü; mezarı ulusal kahramanların ve dostu Balzac’ın yanına, Pantheona taşındı.

Hiç yorum yok: