------------------------------- Sitemizde lütfen yorum atarken ahlaki kuralları göz önünde bulundurarak yorum atalım... ----------------------------------- Sitemize kayıt olmanıza gerek yoktur... ---------------------------------- Yeni yazarlar aranmaktadır... ------------------------------- Sitemiz artık Googlede... ---------------------------- turkleroyun@hotmail.com' dan bana ulaşın..

21 Temmuz 2011 Perşembe

Cemil Meriç - Bu Ülkeden

Bu yazılar sizin romanlarda seçinleriniz içindir...
Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok. Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez.

Mabetler her çağda ziyaretçisiz kalmış. Tefekkür Sina'sı metruk bir manastır. Kimin için yaratacaksın? İnsanlar ışığa, hayata, sonsuza düşman. Aydınlanmak için yan, aydınlatmak için değil.

Köleler ehramlarda yaşıyor. Istırap taş olmuş.

Rüyalarında bir Musa yaratıyordu Michelangelo ve zamanı mermere hapsediyordu. Ruhunu işliyordu maddeye: coşkunluklarını, emellerini, vecitlerini işliyordu.

Yaratmak yabancılaşmaktır. Yaratılan bir başkası. Yaratmak yok olmaktır; ya yaşayacak, ya yaratacaksın. Ebediyet, hazin bir teselli mükâfatı.

***

Balçığı mermer yapan, zilletin yıldırımı. Ama balçık, mermerden daha yumuşak, daha sıcak, daha insan: Âdem ile Havvâ'nın ham maddesi. Fâni olduğu için güzel.

Ölümsüzleşmek milyonlarca budalanın dudağında tebessümleşmek ve binlerce yıl anlaşılmadan tekrarlanmak, kirlenmek, genelleşmek. Ebediyet, cehennemin ta kendisi.

***

Zekâ rüzgârda unutulan mum, bencillik fânûs. Senin fânusun yok. Ve şuurun hasta bir hayvanın korkularını aksettiren kırık bir ayna.

***

Havârilerini yaratmayan İsa'nın yeri tımarhanedir, tarih değil. Muhammed'in ilk mucizesi: Hatice-t-ül kübrâ.

***

Arzudan tutuşan parmaklarınla dallara boşuna uzanma Tantal. Meyveleri koparamazsın. Hem böylesi daha iyi değil mi?

O altın meyveler boyalı birer top. Serâbın büyüsü yok vâhada; rüyası muhteşem suyun, kendisi değil.

***

Fildişi kule, dâvâsız sanat meczuplarını barındıran miskinler tekkesi. Ama her mücahit o tekkede silâh kuşanır. Bir zindan değil, bir liman.

***

Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda.

***

“İsrail oğulları arz-ı mev'ud'a geldikleri zaman, karşılarında Jeriko'yu buldular”, diyor Tevrat. Aşılmaz duvarları ile düşman bir ülke idi Jeriko. O duvarları ilâhiler yıktı; ilâhiler, yani ses.

Gandi'nin sesi de zulmün duvarlarını devirmedi mi? Bana öyle geliyor ki, ak saçlı Arya çobanları Tanrılara bu sesle yalvarmışlardı; Vedalar bu sesle okunur, Upanişatlar bu sesle fısıldanırdı. Britanya adalarında kurt sürüleri dolaşırken, Himalaya dorukları bu sesle ürpermişti. Bu seste bütün Hint var; bütün Hint, hattâ bütün insanlık. Berrak, telaşsız, sakin ama İsrafil'in sûru kadar heybetli.

***

Önce sükût vardı; kelâm değil. “Tanrı sükûttur” diyor bir Hint bilgesi. Söz, ki sonsuz arasında çırpınış. Hayat gibi sıcak ve dost. Kutupların sessizliğinden bana ne?

***

Kamûs, bir umman. A'makında inciler gülümser. Kimi bir sevgili göğsünde parlayacak, kimi bir tâcidar alnında, kimi sedef mahfazasında unutulacak. Kamûs bir umman, dualar uğuldar derinliklerinde, destanlar coşar. Şair bu sesleri duyan ve duyuran.

***

Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış.
Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir: parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş.

***

Arzın kaderini değiştirenler, kaderlerinden utananlardır.Zilletten kurtulmak için Sezarlaşılır. Taç, yüz karasını pırıltılarla gizlediği için kutsal.

***

Kılavuzların sesi çılgın kahkahalar arasında boğulmuş. Nutku tutulmuş aklın. Zincir sesleri, kadeh şakırtıları, heyheyler. Ve uçuruma doğru ilerleyen kafile.
Manu, bir başına tırmanmış dağa. Nuh'un gemisine tek insan binmiş. Sodom'da kalmış Lut'un ümmeti.

***
Kâbusa, geceye, uçuruma koşan kafileler. Bu cihanşümûl hâilyei ibret aynasından seyredemezsin. Devran, çoktan parçaladı aynayı. Sen de kafilenin içindesin: kafanla, etinle, çocuklarınla. Dostlarını çağıracağın arz-ı mevud nerede?

***

Sen düşüncelerin bulutlaştığını bilir misin? Bulutlaşır, cıvıklaşır, katranlaşır. Tedailer zikzak çizer boyuna. Kafatasında musîkisi biter kelimelerin, uğultu başlar, şuuraltının veya şuursuzluğun uğultusu. Hayat, uyku ile uyuşukluk arasına rakseder. Tehlikeye düşen vücut için, şuur bir safradır. Külçe gibi, leş gibi yaşamak da yaşamaktır. Zekânın sürekli isyanlarından bîzar olan madde, bu şımarık, bu geveze, bu mütecessis meşaleyi bir üfleyişle söndürür. Cinnet maddenin zaferi.

***

Spinoza, “Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi kendi arzusu ile yola çıktığını söylerdi”, diyor. Kasırgalı bir denizde çalkalanan sal bizden daha hür. Hangi limana yöneleceğiz? Riyazet kalesi metrûk bir harabe. Büyükler masal söyleyip uykuya dalmış Hayyam'a göre, ama onun sunduğu kadeh de köpük dolu değil mi? Eflatun'u sokaktaki adamdan ayıran: üslup.

Dâhi, bahtiyar tedaileri olan adam. Tedailere istikamet veren saikler sonsuz… Kapanan bir kapı, açılan pencere, müziç bir korna, gazetede okunan bir haber, havanın açık veya kapalı oluşu… hepsi irademizin dışında. Düşüncelerini dilediği ülkelere kanatlandırmak kimin haddi? Her şaheser mesut bir tesadüfün çocuğu, yani babası meçhul bir piç.

***

Âsaf'ın manzum bir tekerlemesini hatırlıyorum: “Seni görmesem Buda olurdum, seni gördüm budala oldum.” “On binlerce Buda gelmiş dünyaya” diyor, “biz yalnız sonuncusunu tanıyoruz.” Tanıyor muyuz acaba? Tarihçilerin üzerinde anlaştığı tek hakikat var mı? Kimine göre, bir ömür boyu dünya nimetlerini hor gören Buda, nefis bir domuz kızartmasını tıka basa atıştırdığı için göçüp gitmiş… İnanacak mıyız? Kahramanların çamurlaştığını görmek, sokaktaki adam için buruk bir teselli.

Tabiatın dev'e tahammülü yok. Ermişler bile kurtulamamış sitem oklarından. Çağımız, delileri sevimleştirdiği için Dosto'ya tutkun. Cinnetle cinayet sanatın konusu olunca bir nevi meşruiyet kazanıyor.

Zerdüşt'ten beri hangi muammayı çözebildik? Halâ çöller kadar susuzuz hakikate, yalana, hayat ve ölüme. İnsanlık daima daha kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk.

***

Üç hücreli bir mahpesteyiz: ütopya, mit, ideoloji. Dışarda bir deli haykırıyor: “Hakikati söyle!” Hangi hakikati?

Her mâbut, bir devrin hakikatiydi. Deva'lar dev oldular. Ahuramazda öldü, Zeus nerede?
İnsan, ormanda unutulan çocuk, yalan zırhı. Yalan hürriyete açılan kapı. Yalan, kaygıların bittiği liman.

Samson'un gücü saçlarındaydı, esirlerin gücü yalanlarında. Tarih yalan söyler, şiir yalan.
Geçen'i, değişen'i yazıya veya sese kalbetmek, yalanlaştırmak değil mi? Dudaklarımdan çıkarken öyle düşünüyordum. Gülümsediniz. Şuurun durgun gölü dalgalandı. Göl, artık o göl değil. Her yeni oluş'u nasıl kelimeleştirebilirim? Duygular kuşlardan ürkek.
Bana hakikati değil, kendini ver. Kendini, yani rüyanı. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil. Zaten nasıl olduğunu, ne olduğunu biliyor musun? Her yalan bir yaratış.
Hakikat, kaderin imzasız mektubu.

***

Mezar taşlarında şiir okumak, güzel; taşlar ayakta dinler sizi. Çölde vaaz etmek mutluluk! Kumlar perestişle ürperir.

***

Çıplak, sevimsiz, uçsuz bucaksız bir dağ: zaman. Kıracaksın onu, heykelleştireceksin. Kaos'u beşerîleştiren: insan; insan, yani sanatkâr. Hayat, herkesin yaşadığı, kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı komedya. İnsan, hayalleriyle Tanrı. Goethe, bunun için hatıralarına “Şiir ve Hakikat” adını vermiş.

Breton'lar ummanın derinliklerine gömülü bir beldeden yükselen çan sesleri duyarlarmış zaman zaman. “Benim içimde de böyle bir şehir var.” diyor Renan. “Ama aradaki yarım asır, uzaktan gelen sesleri boğuklaştırıyor.”

Kim maziyi değiştirmeden anlatabilir ki? Kelimeleşmeyen “zevk-i tahattur”, bir rüya kadar soluk ve fâni. Ama yaşayan insanla, hatırlayan insan aynı mı?

Klasisizm müeddepdir, “ben”i teşhir etmez. Günâh rahip önünde çıkarılır, okuyucu yatak odalarına sokulmaz. Edebiyat pazarı, Rousseau'dan beri kirli çamaşırlarla dolu. Ne kazandık?

Otobiyografileri hep şüpheyle karşılarım. En masumları ihtiyar nâzeninler gibi aşırı bir tuvaletle çıkar tarih karşısına. Talleyrand doğru söylüyor galiba: “Dilin görevi hakikati gizlemektir.”

Sartre, “Kelimeler”de bir yarı-Tanrının veya bir hükümdarın çocukluğunu anlatan ücretli bir vakanücis. Her dokunduğunu çirkinleştiriyor. Bu felâketten kurtulabilen yalnız kitaplar. Kendisi de ancak okuma öğrendikten sonra sevimleşiyor.

***

Kendimizi tanımak… Ruhumuzun mahzenlerinde bizden habersiz yaşayan bir alay misafir var. Berhanenin bazen bir, bazen birkaç odası aydınlık. Işık binanın üst katlarında. Kendini tanımak. Kendini, yani eriyeni, dağılanı, dumanlaşanı. Sen acıların, utançların, zilletlerinle aynısın. Rüyaların, hayallerin dileklerinle bir başkası.

Gideceksin. Tanrılar bile rolünü bitiren aktörler gibi kâh birer birer, kâh hep beraber çekiliyor bu sahneden. Senin zavallı gölgen zaman perdesine belki bir kere bile aksetmeden, oyuna katılmaya bir kukla gibi unutulup gidecek.

***

Hayat bir abesler cangılı. Kimi mukaddes abeslerin, kimi mülevves. İnsanın tek hürriyeti kendini aldatmak. Hiçbir zafer umulanı getirmez, hiçbir bozgun mutlak değildir.
Her mücahidin iki çehresi var: Don Kişot ve Sezar Borjiya. Sezar, tarihin en büyük şaheseri, Machiavelli'ye göre. Olaylar ve insanlarla oynayan yavuz bir satranç ustası; hem aslan, hem tilki. Kader, o büyük iradeyi bir tekmede yerle bir etti. Bir İtalyan sıtması graniti çamurlaştırdı.

Önünde birçok yollar var. Politika bunlardan biri. Belki en aldatıcı olduğu için en câzibi. Mutlak’ın ve sonsuzun rüyası. Mukaddes bir abes. Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol. Aydınlan ve aydınlat.

***

Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından çok daha asil. İsrail peygamberlerinden beri lânetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Pıhtılaşmış kan, insan kanı. Cam güzel, çünkü kirli bir mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıveriyor.

Deli İbrahim, Osmanoğulları'nın en akıllısı. İnci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı, denizlerde ne işi vardı?

İnsanlar beyni fırlatıyor lâğıma. Süleyman'ın sofrası iltifatlarına muntazır, onlar kemik peşindeler. Venüs'e arkaları dönük, köpeklere sırıtıyorlar. Efsane yalan söylüyor: Sirse insanları domuzlaştırmamış, domuzları insanlaştırmış. Bunları tekrar ahıra sok Sirse!

***

Yeşiller-Maviler kavgası Bizans'ın iliklerine işlemiş. Türk sarığı Romalı serpuşların yerini almadan bu tenperver sürünün Tanrısı: cokeydi. Hayvana kanat takan arabacı, topa tekme savuran şaşkının yanında haysiyet ve ciddiyettir. Bugünün ayaktakımı kahramana değil, maskaraya alkış tutuyor.

***

Din, aşk, şiir… Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin? Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır. Tanrı beşerin en büyük keşfi.

Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı? Hangi ilmî hakikat bir kabile dininin nass'larından daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarından. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.

***

Sensiz giden trenler, ufuklarda kaybolan birer ümit
Nehir gibi akmıyor günler Heraklit Heraklit.
Zaman masal kuşlarına benziyor…
Abûs, kocaman, sâkit.
Ve geceleri
Alnında dolaşır biteviye
Kirli, soğuk pençeleri.
Yıldızları söndürmüş fırtına,
Batan gemidesin;
Senden ne kalacak yarına!
Kıyılardan imdat isteyen sesin.

Hiç yorum yok: